Yeni Türkü - Buğdayın Türküsü #AdaMüzik 'ten Çıktı.
Raflardan kaldırılışının 33. Yıldönümünde Yeni Türkü’nün kuruluş ve ilk albümleri olan ‘’Buğdayın Türküsü’’ gerçekleştirme hikayelerini de anlatan Can Dündar imzalı ‘İlk Türkü’’ belgesel DVD ‘siyle birlikte tıpkı basım CD olarak Ada Müzik’ten yayımlandı.
Bu albüm, Pablo Neruda’nın ‘’Canto General’’ isimli manzum eserinin ‘’fugitivo’’ isimli bölümünden alınmış Türkçeye şiirsel çevirisi Hilmi Yavuz tarafından yapılmış ‘’Buğdayın Türküsü’’, Can Yücel’den ‘’Sardunya’ya Ağıt ve İşçi Marşı’’, Yaşar Miraç’tan ‘’Bekçi Kazımın Türküsü, Özgürlük, Bir Ölü Daha Geçti’’, Nazım Hikmet’ten ‘’Mapushane Kapısı, Beyazıt Meydanındaki Ölü ve Sen’’, Kemal Burkay’dan ‘’Sonbahar’dan Çizgiler’’ şiirlerinin Selim Atakan’ın besteleriyle buluşmasından oluşmaktadır..
11 şarkının yer aldığı albümde biri hariç tüm besteler Selim Atakan imzası taşıyor. Gelincik adlı enstrümantal şarkının bestesi ise Derya Köroğlu’na ait. Kayıt ve Miks: Ümit Eroğlu tarafından, Ümit Eroğlu Stüdyosu, Kavaklıdere, Ankara da 1979 yılında yapıldı. Masteringi Muammer Tokmak ve Derya Köroğlu, İstanbul Stüdyo Marşandiz de 2000 yılında gerçekleştirdi. Fotoğraflar, ön, arka kapak illustrosyonları ve tasarım ise Yılmaz Aysan tarafından 1979, 2013’te yapıldı.
Yeni Türkü’nün ve Can Dündar’ın kendi ifadeleriyle İlk Türküler adı verilen belgesel’le birlikte ‘’Buğdayın Türküsü’’:
‘’Zerrin Atakan:
Bir bilinçlenme nasıl başlar ki? Neler gözlemlenir, okunur, tartışılır da, tohumlar ekilmeye başlar insan düşüncesine ve sonra da filizlenmeye tutar? Sonra bir bakarsın yavaş yavaş, hiç de baştan kendini belli etmeden bir şeyler büyümeye başlamış insanın içinde, artık sığmıyor, dışarı akması şart olmuş..
İşte daha çocukluğumuzdan başlayan ve giderek artarak gençliğimizde de şahit olduğumuz politik olayların vahşeti, haksızlıklar, bombalar, işkenceler, ölümler öyle birikti içimizde.. Bahçelievler’de, şimdi yerine biçimsiz bir apartmanın dikildiği evimizde, bir de baktık sanki o kadar çirkinliğe inat, başkaldıran, korkusuz bir ses çıkmaya başlamış içimizden. İstedik ki bizim de bir tuzumuz olsun haksızlığa karşı verilen mücadelede. İnsan olduğumuzu hatırlayalım, hatırlatalım. Güzellik olsun istedik, vahşetin ortasında. Kırmızı narin gelincikler, sardunyalar olsun ve cin gibi bakan bebekler umut, inanç ve ışık versin hepimize. Güç olsun yarattığımız seste, sevgi olsun istedik. Ve sonunda kendi çabalarımızla çıkardık “Buğdayın Türküsü”nü. Kısa bir ömrü oldu önce. Tozlanmış dolaplarda kayboldu, zamanın, güneşin ahına uğrayıp eğilip büküldü plaklar. Gurbete kaçmak kaçınılmaz oldu kimimize, o lacivert ülkeye. İçimiz burkuldu bir çok şeye, küsmeler oldu. Duygu selleri taştı, boşaldı, taştı, boşaldı. Ama birşeylerin doğru olduğu inancı inatla devam etti, her şeye rağmen... Bu güne dek.
Evet öyle saf ve katıksızdık işte. Ticaret kısmı işin aklımıza dahi gelmemişti. Buğdayın Türküsü hayata geldiğinde ışıklı bir temizlik vardı.. Dı.. deyip geçmiş zaman kullanıyorum ya, şimdi bile bu katıksızlığın bir ölçüde devam ettiğini hissediyorum, biliyorum. Neden mi? Çünkü taa 1970’li yılların ikinci yarısında yaratılmış bu müziğin, seslerdeki duyguların, daha o zamanlar henüz doğmamış günümüz gençlerinde de tanındığını ve benzer duygular uyandırabildiğini duyuyorum da ondan. Ne iyi diyorum, devam etsin bu saflık hep. Ne kadar bozuk, çürük, yoz görünse de herşey, iyi, güzel bir cevher de var insan ruhunda, kim olursa olsun. Yeter ki, bir çatlak olsun, yarılma olsun ışığın sızması için. Eğer bir çatlak olabilmişsek, olabileceksek bu kadar zaman sonra, ne mutlu bize.
Zerrin Atakan, Haziran 2013
Selim Atakan:
’’Buğdayın Türküsü” İlk Albüm
1979 Yılları ve Buğdayın Türküsü albümümüzün kayıtları bitmiş, Ankara’da evimizde oturma odasında toplanmış, albümü nasıl çoğaltacağız, sonra nasıl dağıtacağız? Kara kara düşünüyoruz.
Bu işi ilk defa yapıyoruz, şimdiye kadar yüzlerce “long-play” yani 33 devirde çalan plaklar görmüşüz, kapaklarına hayranlıkla bakmış, müziği plak-çalar’larda dinlerken yazılarını okumuşuz.
Ama kendimize ait ilk defa bir “long-play”imiz olacak. Çok heyecanlıyız, heyecanlı olduğumuz kadar da endişeliyiz. Çünkü ülkemizde, her zaman olduğu gibi, o zaman da aynı düşüncede olmayan güçlerin bir birleriyle kavgaları var, iktidarda olmayanlar, hele iktidarda hiç olmayan gençlik ve demokrat düşünürler ile iktidarı ellerinde tutanlar arasında büyük fikir ayrılıkları var. Kavga çok ciddi platformlara taşınmış, silahlar, bombalar, adam öldürmeler, tutuklamalar, işkenceler, idamlar...
Bütün bu olayların olduğu bir zamanda yaşadığımız için çok üzülüyoruz, Gençliğimizin verdiği heyecan ve güçle bu kötü gidişe ne şekilde karşı koyabiliriz? Bunu düşünüyoruz.
Şiirler, yazılar, makaleler, konuşmalar bizleri heyecanlandırıyor, duygulandırıyor, bunları müzik platformuna taşımışız, şarkılar söylemişiz, heyecanımız giderek artmış.
Albümü sonunda satışa çıkardık, tam 1200 adet “long-play” bastırdık. En başta bir çoğunu dostlara dağıttık geri kalanını dağıtıma verdik.
Ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi geldi, onların da tabiriyle “balyoz” gibi. Satışlar başladı, ancak “12 Eylül Darbesi” kendini o denli sert bir şekilde hissettirdi ki, plak satan dükkanlar plağımızı vitrine koymaya çekindiler. Korku, baskı, şiddet sonunda öyle düzeylere erişti ki, biz de albüm satışının peşini bıraktık.
Bir sonraki albümümüz olacak “AKDENİZ AKDENİZ” albümü ile ilgili çalışmalara başladık. “Buğdayın Türküsü” böylece tıpkı bir şarkının sonu gibi “fade-out” oldu, buharlaştı yavaş yavaş.
Yıllar sonra”Buğdayın Türküsü” albümünü o zamanki haliyle yeniden canlandırmaya, bir kısmını yine o güzelim 33’lük “long-play” formatında, geri kalan kısmı ise “audio-cd” olarak yayınlamaya karar verdik.
Ve de, yukarıda anlatmaya çalıştığım heyecanlarımızı, duygularımızı da es geçmeyelim, tüm bunları bu albümün çıkışında bizlerle birlikte olmuş dostlarla, albüm çıktıktan sonra bizlere düşünceleri, yönlendirmeleriyle katkıda bulunmuş düşünür, yazar arkadaşlarımızla paylaşalım istedik.
Ve de bir “Buğdayın Türküsü Belgeseli” oluşturduk. Adına “İlk Türkü” dedik. Bu belgeselimize geçen yıl kaybettiğimiz grup arkadaşımız anısına, değerli müzisyen “Eftal Küçük’ün Anısına...” diye başladık.
Belgeselin Müziği
O yıllar Ankara Bahçelievler’deki evimize gelen dostlarımız benden yaptığım son bestelerimi dinlemek isterlerdi. Zerrin ve Derya hep birlikte şarkılar söyler, bestelerimizin ilk hallerini dinletir, bunun karşılığında da onların eleştiri ve yorumlarını dinlerdik. Bize bu iyi gelirdi, zaman zaman öfkelenmez değildik, ama yine de bu şekilde kendimize acımasız davranmanın ne kadar doğru bir şey olduğunu yıllar sonra anladık. Yeni Türkü’nün bir çok şarkısı yıllarca tazeliğini ve anlamını korudu. İnanıyorum ki bu eleştiriler, yorumlar bizleri doğru yolda ilerletti...
Ben de belgesel için müzik yaparken tıpkı o zamanki gibi piyano ile bu şarkıların enstrümantal hallerini çalıp kaydetmeyi düşündüm. Daha sonra bu kayıtlar sırasında bu günkü düşünce ve yorumlarıma da yer vermek istedim. “Buğdayın Türküsü” şarkılarını orijinal hallerine yakın, ama bu günün “kafasıyla” yorumladım.
Selim Atakan, Eylül 2012
Derya Köroğlu:
Bugün 08.06.2013. Bir Cumartesi öğleden sonrası.
Yarı açık penceremden Taksim Gezi Parkına desteğe giden araçların kornaları duyuluyor.
Bugün direnişin 12 günü…
Bu yıl ‘Buğdayın Türküsü’nün raflardan kaldırılışının 33. yıldönümü…
Albümün uzun zamandır çalışılan ve planlanan tıpkı basımının bugünlere denk gelişi nasıl bir tesadüftür acaba? Bunca yıldır şarkılarımızı konserlerde söylerken biz, bu kez “Yeni Türküler” benim kafamda durmadan dönüp duruyor, bana ‘kendilerini çalıyorlar’. Fırtına çalıyor mesela, Buğdayın Türküsü ve Çember. Ve Mamak Türküsü, Başka Türlü Bir Şey… Ve diğerleri…
Yıllardan sonra, yollardan sonra kaybedilmiş bir birlikteliğin ve umudun tuhaf mutluluğu var üzerimde. Dostlar biraraya gelip “bugünleri de görmek varmış” diyoruz biraz tebessüm, biraz da boğazımıza dolanan düğümle…
Lise yıllarında başlamıştık, bir ‘çıkış’ bulmak adına çok yoğun müzik çalışmaları, kayıtlar, besteler yapmıştık uzun yıllar boyu. Henüz Yeni Türkü yoktu, ta ki Selim Atakan’ın 1977-78 bestelerini duyup, “işte budur” dediğimiz noktaya gelinceye kadar.
Salt müzik olarak çok özgün çalışmalarımız vardı belki ama, bu seslerin sözcüklerle ‘donanması’ gerekiyordu ve üstelik de çağımızın tanığı olmalıydı bu sesler. “Sen memleketimsin, sen hürriyetimsin” demeliydi Nazım’dan, “Adı Özgürlük” olmalıydı Yaşar Miraç’ın dilinden, Neruda’nın türküsü yakılmalıydı buğday’a, Lorca’dan kopup Can Babanın dizelerinde hayat bulmalıydı sardunya “Sabahlayin saat beşte”…
Bir gün rastlamıştık Ruhi Su’ya, henüz albüm çıkmamıştı. Grubun ismini duyunca etkilenmiş ve ‘genç heyecanımıza’ bakarak, “ne kadar iddialı bir isim Yeni Türkü” demişti! İşte böyle yola çıkmıştı ‘Yeni Türkü’, hem iddiasını hem de tevazu dersini koltuğunun altına koyarak!
O günlerin selamını getiriyor Buğdayın Türküsü bugünlere.
Gezi Parkı’nda barış içinde, kardeşçe, umutkar direnen “gençleri” selamlıyor kuşağımız:
“Buğday nasıl filizini surer de
Çıkarsa toprağın üstüne…
…Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde”
Derya Köroğlu, Haziran 2013
Dünyayı temizlemek için...
Can Dündar
Ne çok kutuplaştık son yıllarda, bölük pörçük parçalandık, birbirimizden asırlarca uzaklaştık…
Bizi yek diğerimizden koparan, konu komşumuza bile yabancılaştıran öyle çok önyargı, husumet, kin, garez var ki...
Öfkeyle çatışa çatışa uçlara savrulurken öyle hızla azalıyor ki ortak paydalarımız, ortak kaygılarımız, ortak sevdalarımız…
“Aşağıda imzası olanlar”ın sayısı tükeniyor giderek…
Artık eski “biz” değiliz.
Birbirimizin acısından acımıyor yüreğimiz...
Eskiyor türkülerimiz…
* * *
İşte Yeni Türkü’nün önemi tam da burada…
O, 30 yıldır koparılamayan bir bağ aramızda…
Ortak mazimiz bizim; yenilgimiz, hüsranımız, zaferimiz…
Daha ilk notadan, hep bir ağızdan söylediğimiz…
Burnumuzun sızlayan direği…
Hasretlikte meşalemiz.
* * *
Upuzun, meşakkatli bir yolu onlarla beraber yürüdük.
Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman…
Yağmurun küçük elleriyle ıslandık önce… karda uzun yürüdük sonra…
Berbat bir Eylül sabahı, sonbaharı Mamak’ta karşıladık.
Kimimiz ise gurbete kaçtık; gurbete tükenmeye... yüreğimizde eski sesler, yüzler, sokaklarla…
Samsun asfaltında bir otomobildi Yeni Türkü…
Beyazıt Meydanı’nda bir ölü…
Sinede yare bir eski sevgili…
Rakılı akşamlardı, gün batımları…
Tanıdık bir çehre, sahte yüzlerin maskeli balosunda…
Bize, içinde tüm sevdiklerimiz olan masallar anlatan bir baba…
Gün oldu, çemberin içinde sıkıştık; sadece gövdemizle değil, kafamızla da…
Dağıldık onlar dağılınca…
Saçlarımızı birlikte ağarttık, döktük.
Biz büyüdük ve kirlendi dünya…
* * *
Şimdi onları yeniden bir arada görmek, zihnimizde dünyayı temizliyor sanki...
Eski notaların gamında birleştiriyor bizi…
Fazla uzun sürmüş bir Eylül’ün ardından nihayet tanıdık sesler duyuyoruz, aşina yüzlere bakıp bildik sokaklarda geziyoruz.
Ortaklaşmanın, dayanışmanın o eski tadı geliyor damağımıza…
Her dem Yeni türkü, türkülerimizin eskimediğini gösteriyor bize; yeni türkülerle buluşturuyor bizi…
Çapı hepten daralmış bir çemberi zorluyoruz; yan yana, omuz omuza, yine hep bir ağızdan türküler söyleyerek...
Kutupları aşıyoruz.
Yeni Türkü’yle yakınlaşıyoruz. ‘’
Albümde Yer Alan Şarkılar;
1- Buğdayın Türküsü / Söz: Pablo Neruda & Müzik: Selim Atakan
2- Sardunyaya Ağıt / Söz: Can Yücel & Müzik: Selim Atakan
3- Gelincik / Müzik: Derya Köroğlu
4- Bekçi Kazım Türküsü / Söz: Yaşar Miraç & Müzik: Selim Atakan
5- Mapushane Kapısı / Söz: Nazım Hikmet & Müzik:Selim Atakan
6- Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü / Söz: Nazım Hikmet & Müzik: Selim Atakan
7- Sonbahardan Çizgiler / Söz: Kemal Burkay & Müzik: Selim Atakan
8- Özgürlük / Söz: Yaşar Miraç & Müzik: Selim Atakan
9- Bir Ölü Daha Geçti / Söz: Yaşar Miraç & Müzik: Selim Atakan
10- Sen / Söz: Nazım Hikmet & Müzik: Selim Atakan
11- İşçi Marşı / Söz: Can Yücel & Müzik: Selim Atakan
iTunes'tan Buğdayın Türküsü'nü satın al
Yorumlar
Yorum Gönder